11 Kas 2025

Bazen hayatın sesleri o kadar yükselir ki, içimizdeki nağmeyi kaçırırız. Böyle zamanlarda, bize yavaşlamayı, dinlemeyi ve kendi özümüzle yeniden bağ kurmayı hatırlatan seslere ihtiyaç duyarız. Duygu Özay, bu seslerden biri… Onun müziği ve yoga pratiği, bir nehrin dingin ama kararlı akışı gibi, bizi kendi içimize doğru bir yolculuğa davet ediyor.

Bu röportaj, Inspera'da onunla kesişen yollarımızın doğal bir sonucu olarak doğdu. Kendisiyle aynı sanatsal ve ruhsal zeminde buluştuğumuz bir sırada, samimi bir sohbete dönüşen bu buluşmayı sizlerle paylaşmak istedik. Çünkü Duygu'nun yarattığı alan, sadece fiziksel bir pratiğin ötesine geçiyor; o, sesi, nefesi ve sözüyle, unuttuğumuz bir dilde bizimle konuşuyor.

Bu satırlar, onunla aramda geçen ve hepimize açık olan bu samimi diyaloğun bir yansıması, sükûnetin ve sezgisel akışın dönüştürücü gücüne dair paylaşılmış bir pencere olsun.

Duygu, seni biraz yakından tanıyarak başlayalım. Müziğin ve Yoganın hayatındaki yeri nereden doğdu, zamanla birbirine nasıl dokundu?

Yoga 2010 yılında Londra’da tanıştığım biri vesilesiyle hayatıma girdi. 6 yıl stüdyo pratiğinden sonra ilk eğitmenlik eğitimimi aldım ve 9 yıldan bu yana dersler veriyor ve eğitimler almaya devam ediyorum. Müzik ise köklerimden geliyor aslında. Çocukluğum, annemin evde dinlediği deyiş ve türküleri duyarak geçti; işlemiş, o zamanlar farkında değildim. Yazmaya 2008’ de yine Londra’da başladım, yalnızlık ve biraz da yaşadığım hislerin yoğunluğundan olsa gerek. Düz yazılar şiirlere, şiirler şarkılara dönüştü zamanla. Bu süreçte yoga ve müzik birlikte ilerledi; 2016’ da ise hem ilk teklim ‘Susan Hanım’ yayınlandı, hem de ilk eğitmenlik eğitimimi alıp dersler vermeye başladım.

2016 yılı müzik ve yoganın hayatında kesiştiği bir dönüm noktası olmuş adeta… Peki, bu iki disiplin, pratiğine nasıl bu kadar uyumlu yansıdı? Benim de yakından izlediğim çalışmalarında -ister bir şarkı ister bir yoga pratiği olsun- ortak bir frekans var: Sakin ama derin, sezgisel ama güçlü. Müzik ve yoga senin için nasıl birbirine karışıyor? Ses, nefes ve beden arasında kurduğun bağı biraz anlatır mısın?

İkisinin (müzik ve yoga) özünde de nefes var aslında. Nefes, yaşamın kalp atışı gibi; beden ise madde ve tin arasında bir köprü. Nefes varsa ses, ses varsa yaşam var ve her anın kendi müziği var; doğada bu daha belirgin. Kulak verdikçe müzik kendini duyuruyor, esas olan kalple dinlemek. Beden ise âlâ bir enstrüman; her jest, mimik, söylem, içeriye doğru her düşünce, her niyet, kendi müziğini yazıyor. Buradan da anlıyorum ki yaşamda ayrılık yok; her şey özünde birbirine bağlı. Bizler, yaşam boyu süren bir hatırlayışız.

"Beden âlâ bir enstrüman" diyorsun ya, sanki yoga, bu enstrümanın yavaşlayıp kendi sesini duyabildiği bir alan sunuyor. Senin pratiklerinde de yavaşlık bir durma hali değil, bir dönüşüm gibi. Bu pratiğin derinliğini sence nerede buluyoruz? Günün temposu içinde yavaşlamanın dönüştürücü etkisini nasıl tanımlarsın?

Sükût otantik, rafine ve bilgelik dolu; yavaşlamak ise bu kapıyı aralıyor. Yavaşladıkça dikkat ve dolayısıyla farkındalık artıyor; içeriden bir genişleme hâli gibi. Uzun yıllar meditasyon inzivalarına katıldım; konuşmadan ve göz teması kurmadan günler geçirdim. Bu inzivaların, sessizlikle kurduğum bağın güçlenmesinde bana büyük katkısı oldu ve bu alanı derslerime taşımak kaçınılmazdı. Beğenilme arzusuyla sadelikten uzaklaştığımız, hep daha fazlasını yapmak zorunda olduğumuza inandığımız zamanlardan geçiyoruz. Oysa kabul görme kaygısı taşımadan kendimizi ortaya koyabilsek, otantik benliğimizi geri çağırabiliriz. Bu yüzden derslerimde sessizliğe alan açmaya önem veriyorum; olduğum kişiyi anlamak ve onunla her yönüyle yeniden bağ kurabilmek için.

Seninle pratiğe katılanlar, yalnız yoga yapmıyor; aynı zamanda bir anlatının içine giriyorlar: Çeşitli kitaplardan alıntılar, ruhuna dokunan sözler ve sezgisel olarak o an alana akan cümlelerinle güçlendiriyorsun. Aslında bunu senin müziğinde de hissediyoruz; sezgisel bir akış, duygusal bir yolculuk…
Yaratım sürecinde seni yönlendiren şey nedir? İlham senin için genellikle hangi anlarda ortaya çıkıyor?

Dünya okulunda her yaşam formu eşsiz; birbirimizden öğreneceklerimiz sonsuz. Doğadaki döngülerin, insanın kendini tanımasına dair çok şey anlattığını düşünüyorum; doğa varoluşun aynası. Ayırt etmeksizin varoluşun bu türlü tezahürlerini gözlemlemek, iç yükümü hafifletiyor; içimdekini dışarıya döküyor. Son yayınladığım şarkı bir yaprağın yaşam hikayesini anlatıyor mesela; metaforlar aracılığıyla insanın yaşam serüvenine değiniyorum.

Evet, son yayınladığın “Yaprak” şarkısı, müziğiyle ve sözleriyle senin anlam dünyanın simgesel bir yansıması aslında. Tam da bu derin anlayış, Inspera’nın ruhu ile de o kadar uyumlu ki… Inspera Art Academy’de, sanatın enerjisiyle bütünleşmiş bir alan var. Burada hem mekânın hem de topluluğun enerjisi çok farklı bir derinlik yaratıyor.
Bu atmosferin, derslerin akışı ve katılımcıların deneyimi üzerindeki etkisini sen nasıl gözlemliyorsun?

Derslerimizin yapıldığı stüdyonun sessizliği muazzam. Pratik ilerledikçe, o sessizlik hepimizi sarmalıyor; o anlar paha biçilmez. Inspera, içindeki her bir detayla, bir zamanlar değerli kurucularının hayaliydi. Şimdi onun içindeyiz; bu sessizlik, yılların sabrı, emeği ve adanmışlığının bir sonucu. Böyle bir alanda yogayı paylaşmak büyük bir şans.

      kişi, şahıs, giyim, fiziksel zindelik, Denge içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

Inspera'daki bu derin emeğin dokunuşunu hissettiğimiz bu anda, iç yolculuğunda seni en çok dönüştüren o anlara dönelim. Yoga, içe doğru yapılan bir yolculuk… Bazen bir nefes, bazen bir duruş, bazen de sadece bir farkındalık anı bizi dönüştürüyor.
Duygu, senin bu yolculuğunda seni en çok değiştiren farkındalık ne oldu?

İnsan, özündeki ilahi birliği unutur… Ve sonra onu hatırlamak için yola çıkar; “Ben kimim?” sorusundan, “Ben O’yum.” farkındalığına uzanan bir seyirde.

Düşündüğüm şey, bu yolculuğa yeni çıkacak biri, ilk adımda, o sessizlikte neleri "duyabilir" ve neler "değişmeye" başlar? Diyelim, Inspera’daki pratiklerimizde, seni tanımayan biriyle ilk kez karşılaşsak… Yoga’yı hiç deneyimlememiş birine bu pratiği nasıl tarif ederdin?
Sessizliğin, durmanın ve içe dönmenin içinde neler duyulur, neler değişir?

Yoga, kelime anlamı olarak “birlik” demektir. Bu, tasavvufta “vahdet-i vücut” idrakiyle karşımıza çıkar. Bir Alevi deyişi de der ki: “Yol bir, sürek bin bir.” İnsan, hem unutan hem hatırlayan; hem sınırlı hem sonsuz olan bir varlıktır. İnsan, bir hatırlayış yolculuğundadır — yoga da bu yolculuğun bin bir yolundan biridir, diyebilirim. Yoga sükûta taşıyabilir; sükût ise hatırlayışa.

İnsan için hatırlayış yolculuğu… Bu sohbetimizin de özünü oluşturuyor sanki bu cümle. Geriye sorular ve cevaplar değil, bir davet kalıyor: Kendi içimize doğru çıkacağımız en cesur yolculuğa. Duygu Özay'ın müziğinde, sözlerinde ve açtığı o sakin ama derin alanda, hepimiz için bir ayna var. Ve o aynada, en saf haliyle kendimizi görmenin, hatırlamanın ve nihayetinde "olma"nın mümkün olduğunu bir kez daha idrak ediyoruz. Yol bir, sürek bin bir… Ve biz, bu yolda, sessizliğin sesiyle yürümeye devam ediyoruz. Bu sessiz yürüyüşe bizimle adım atmak, kendi içinizdeki sesi Inspera'da duymak için sizleri de aramıza bekliyoruz…

Röportaj : Rümeysa Ertem